Ataşehir Belediyesi’nin Kasım ayı kültür sanat etkinlikleri kapsamında Neşet Ertaş Kültürevi’nde düzenlediği anma etkinliğine, Yusuf Atılgan’nın oğlu yazar Mehmet Atılgan, Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyeleri Burcu Şahin ve Erhan Kıvanç katıldı. Programın moderatörlüğünü ise Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Aslan Erdem yaptı.
Konuklar, Türk Edebiyatındaki dönüşümün yapıtaşlarından sayılan Yusuf Atılgan’ın yazınsal portresini, kitaplarında oluşturduğu karakterlerin analizlerini konuştular.
Etkinlikte ilk sözü alan Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Burcu Şahin Atılgan’ın eserlerinde varoluşçuluk felsefesinin etkilerinin olduğunu söyledi. Şahin, “1950’lerde bir yandan köy edebiyatı akarken diğer yandan da Camus, Sartre gibi varoluşçu yazarların etkisiyle Demir Özlü, Vüs’at O. Bener ve Yusuf Atılgan gibi yazarlar bireyi anlatmışlardır” dedi.
Erhan Kıvanç da Yusuf Atılgan’ı şu sözlerle anlattı: “Yusuf Atılgan az sayıda eser vermesine rağmen Türk Edebiyatı içinde önemli bir yere sahip. İlk romanı Aylak Adam’da yabancılaşma ve yalnızlık temasını işledi. Anayurt Oteli’nde ise iletişimsizliğe rağmen olayların rasyonel bir şekilde anlatılamayacağına vurgu yaptı.”
Mehmet Atılgan: “Yusuf Atılgan Çok İyi Bir Babaydı”
"Aklımda 10 yıllık babamla geçirdiğim bir evren var. Çok şefkatli, iyi bir babaydı. Beni gördüğünde gözünün içi gülerdi. Bana bağırdığını hiç hatırlamıyorum. Hatta Anayurt Hoteli kitabını yazarken cama çıkar çocuklara bağırırmış. Çocukları sevmezmiş ama ben doğduktan sonra çocuklara bakış açısının değiştiğini bütün arkadaşları söyler. Çok iyi bir çocukluk dönemi geçirdiğimi söyleyebilirim. Moda’da dolaşırdık babamla. Bana sevdiği sokakları, evleri gösterirdi. Kitaplarında da fark etmişsinizdir sokak isimlerine meraklıydı. Küçük Çamlıca’yı çok severdi. Orada, tepede bir melengeç ağacı vardı. Ona “koca melengeç” derdi. Altında oturup çay içerdik. Vapura binmeyi çok severdi. Bütün vapurların ismini, nerede yapıldığını bilirdi. Çalıştığı dönemlerde beni Karacan Yayınları’na götürürdü. Orda da esnaf lokantalarında birlikte yemek yediğimiz anları hatırlıyorum. Milliyet’te çalıştığı dönemler her gün bana kitap, oyuncak getirirdi. Siyah omuz altı bir çantası vardı. Hatta bende şey dermişim “çantadan babacım çantadan” oda açarmış bir gün küçük bir oyuncak, bir gün kitap getirir beni mutlu ederdi.
Mehmet Atılgan, “Babam miskin lafını çok severdi. Tembel yerine hep miskin derdi. Anneme bir gün iş dönüşü “Serpil bir sokak ismi gördüm adı Miskin Adammış” dedi. Ertesi gün geldi. İşe giderken tabela silinmiş, “Meğer ‘Misk_i Amber’miş sokağın adı” dediğini hatırlıyorum.
Katılımcılardan gelen “Yusuf Atılgan’ın sinemaya olan ilgisi nasıldı?” sorusuna Mehmet Atılgan şu yanıtı veriyor:
“Sinemaya çok düşkündü. O yıllarda adı Sinema Günleri olan İstanbul Film Festivali’ni hiç kaçırmazmış. Yazarlığının arkasında sinema aşkının olduğunu düşünüyorum. Özellikle Sam Peckinpah, Alan Pakula, Stanley Kubrich, Coppola çok sevdiği yönetmenlerdi. Babam varoluşçuluk edebiyatından çok etkileniyor. Sartre, Albert Camus okurdu.
Babasının Kafka’yı çok sevdiğini söyleyen Mehmet Atılgan, “Kendi evrenini yaratan tek yazar” derdi babam Kafka için. Babam köy ve kırsalı çok iyi bilirdi. O yüzden köy ve kırsalı anlatan iki yazar Anton Çehov ve Volker Kutscher’den etkilendiğini söyleyebiliriz. Çehov’un “Bozkır” kitabını çokça kez okuyup “Bu nasıl adam” diye ağladığını hatırlıyorum. Türk edebiyatıyla ilgili olarak bir televizyon programında kimseyi kırmamak adına pek bir şey söylemiyor. Ama Nezihe Meriç’i, Onat Kutlar’ın öykülerini, şiir olarak Cemal Süreya ve Sait Faik’i çok severdi. Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’u çok okurdu” dedi.