KARADENİZ FOLKLORUNDA ARMONİK VE BAĞLAMA

Yerel folklorumuzda kendine has tarzı olan popüler türkücü İsmail Türüt zaman zaman gündem olabilmek adına güncel konjonktürü müziğinde işler, absürt türküler yapar. Ama bu kez tamamen uçmuş!

Türüt, ulusal ve yerel medyada yer alan röportajında “Karadeniz’de iki saz vardır. Biri kemençe, diğeri de tulumdur” deme gafletinde bulundu. Az buçuk müzikle ilgisi olan birisi bile bu gafı yapmaz. Öğrenmesi veya anımsaması için dilim döndüğünce biraz detay vereceğim ama önce hemen sıcağı kısa bir özet yapayım.

Tulum, sadece Rize’nin Çayeli ilçesinin iç kısımlarında ve doğusunda kalan ilçelerin, yaylaların enstrümanıdır. Kemençe ise Batum’dan Giresun’a vardır. Ancak bu iki enstrümandan önce veya iki enstrümanla beraber yörede iki asırlık geçmişi olan armonik denilen bir enstrüman daha vardır.

Mozika ve santur olarak da bilinen Armonik, 40-45 sene öncesine kadar kemençeden çok daha yaygın ve popüler bir enstrümandı Rize’de. Bugün unutulmaya yüz tutmasının çok çok farklı nedenleri vardır. Bu nedenlerden biri de Sayın Türüt gibi kültürümüzü bilerek, bilemeyerek erozyona uğratanlardır. Bu nedenleri çok kere yazdım, tekrarlamayacağım.

ARMONİK 80 ÖNCESİNDE KEMENÇE’DEN POPÜLERDİ

Yerel folklorumuza dair tulumun efsanesi Remzi Bekar’la, kemençenin ustası Musa Agun’la, müzikolog – araştırmacı Mahiye Morgül’le çok sohbetim oldu. Ayrıca diğer dinlediklerim, duyumlarım yanında bizzat yaşanmışlıklardan, şahit olduklarımızdan hareketle özellikle Rize merkez lokasyonunun yarım asır öncesine kadar en bilindik ve tercih edilen enstrümanının armonik olduğunu net söyleyebiliyorum. Rize’de çıksan sokağa, yaşı 50’nin üzerinde olan her Rizeli armoniği doğrular. Vaziyet bu iken Sayın Türüt’ün bu gafını açıkçası anlamakta zorluk çektim.

Karadeniz'e yaklaşık 200 yıl önce Kafkaslardan geldiğini kıdemli üstatlardan işittiğimiz, bir döneme kadar düğünlerimizin vazgeçilmezi iken sosyal değişimlere paralel olarak yerini kemençeye bırakan armonika geleneğinin kültürümüzden silinmemesi, yeni nesillere tanıtılması ve yarınlara kalabilmesi için 2013’den bu yana az sayıdaki dostla emek veriyoruz.

2012’de şahit olduğum bir sohbetten esinlenerek bir akademisyen dostumdan Rize kökenli gençlere, “Rize’nin müzik enstrümanı nedir?” diye sormasını istedim. 35 Rizeli gencin yanıtlarında sadece kemençe ve tulum vardı. Yadırgamadım, çünkü dinlememiş, şahit olmamışlardı. Artık düğünlerde çalınmıyordu, çalanı da yok gibiydi.

Bu yaklaşımla Nisan 2013’de İstanbul’da Rize merkezin derneğini kurma yolunda nabız ölçtüğümüz 300 hemşerimizin katıldığı yemekli toplantıda Yusuf Bağdatlı’nın armoniği ile horon oynanmasını sağladık. O gece 50 yaş üstündekilerin armonikle hatıraları canlandı, gençler de ilk kez duymuş oldu. Sonrasında içerisinde olduğum Rize ile ilgili her organizasyonda armoniğe yer verdirerek yavaş yavaş anımsanmasına katkıda bulunmaya başladık.

Eski kaideleri belki zaman içinde birileri ilgi duyar, sahiplenir diye kasetli teybine kaydeden 1936 doğumlu Kenan Coşkun (babamın ilkokul sınıf arkadaşı) ile Süleyman Sarıahmetoğlu bu kültür mirasını yarınlara taşıyabilmemizde tam destek veriyor. Zaman ve mesafeye takılmaksızın bu enstrümanımızı dinletebileceğimiz her yere geliyorlar. Genç mühendis Halil İbrahim Onay’da arkadaşlarıyla 80 civarında mozika çalanla kayıtlar sağlamak suretiyle armonik kültürümüze önemli katkıda bulundu.

Armonik kültürümüz geçmişte alaylı tarzda öğrenilerek sürüyordu. Yazılı kurallı bir müfredatının olmadığı armonik eğitimini resmi programlarına alması için Süleyman Sarıahmetoğlu ve Kenan Coşkun üstatlarla Rize Halk Eğitim Müdürlüğü nezdinde temaslarımız oldu. Ezgilerinin notaya geçirilmesinden sonra kurs programına ancak dahil edilebilecekmiş. Yanı konuya asıl sahip çıkması gereken mercilerin yerine bir şekilde bizlerin akademik boyutunu çözmemiz beklendi. Bu noktada Süleyman Sarıahmetoğlu’nun, “keşke öğrenmeye hevesli olan olsun da, yazılı müfredatı olmadan da ben öğretmeye hazırım. Yoksa yakın gelecekte tamamen unutulur” ifadesini eklemiş olayım.

Cumhuriyetten sonra tulumun Hemşin ve çevre lokasyonlarda gıdım gıdım nasıl geliştiğini Remzi Bekar’dan dinlemiştim, kemençe çalanların da enstrümanı gazete kağıdı ile kamufle ettiklerini. Bu detayları aklımızda tutarak kemençe ve armonikın kıyasını da Kenan Coşkun’tan paylaşayım.

“Hasan Sözeri’nin radyo programın etkisi ile 1950’lerin ortasına doğru kemençe kısmen yaygınlaşmaya başladı. Eskiden düğünlerin tamamı evlerde olurdu. Kemençelerde bugünkü gibi zengin oyun havaları çalınamadığı gibi sesi de çok kısık olduğu için armonik tercih edilirdi. Ayrıca parmakla sayılacak kadar az kemençeci vardı. Ama kemençe gelişti, düğünlerde org da çalınmaya başlayınca armonik maalesef unutuldu, şimdi yeni yeni canlandırmaya çalışıyoruz”.

Müzikolog Mahiye Morgül’de bu konuda, talebim üzerine 2017’de yayımladığı “Rize Türküleri” kitabında, “Düğün ve eğlencelerde, kapalı alanda kızlar armonikle horon oynardı. Kemençe ise erkeklerin avluda açık alanda oynadıkları horonlarda kullanılırdı” şeklinde yazıyor.

KARADENİZ FOLKLORUNDA BAĞLAMA

Diğer enstrümanların yanında armonik’te çalan Mahiye Morgül ve yerel müziğimizin içerisinde olanlar, Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı DOKAP’in sitesinde de yer aldığı gibi Rize’nin Trabzon tarafında bağlama, kaval, davul ve diğer bölgelere göre az da olsa zurnanın da türkülerde kullanıldığını ifade etmektedirler.

Armonik’i 40 yaş altı bilmeyebilir. Ama yıllardır kendine özgü yerel bir tarzı olan, ekmeğini bu iş kolundan sağlayanların bu denli geçmişi olan armoniği bilmemesini, üstüne üstlük folklorumuzda fevkalade güzel örnekleri olan bağlamayı da es geçmesini ayıplarım.

1970’lerin başında Trabzonlu olarak bilinen Artvin kökenli Erkan Ocaklı, kemençe ile bağlamayı birleştirerek kendi tarzını yaratıp yöre müziğinin popülerleşmesine Hasan Sözeri’den sonra en büyük katkıyı sağlamıştır. 80’lerde arabesk ve taverna müziğin yükselişe geçmesiyle Erkan Ocaklı’nın yöresel çizgisi değişmiş ama aklımızda bağlaması kalmıştır.

Rize’deki gençlik yıllarımdan İrfan Ruhi Eren’i anımsıyorum. Kemençe ve bağama çalardı önceleri, sonra ağırlıklı bağlamasıyla türkü söylemeye başladı. 1979’da Ses Yarışması’nda birinci seçildikten sonra İstanbul’a yerleşti, İstanbul Radyosunda Rize yöresine ait bildiği türküleri ve sözlerini kendisinin yazdığı “Ağısar Dereleri, Askoroz, Parmağında Yüzükler” gibi pek çok bilindik türküyü okuyarak yerel halk müziği repertuarımızı zenginleştirdi.

Türüt’ün dediğine paralel Volkan Konak’ta söyleşilerinde Karadeniz Müziği yapıyorum demiyor. O da Davut Güloğlu, İsmail Türüt gibi kendi tarzında başarılı örnekler sunuyor. Ancak 90’lı yılların başında gitarıyla kendine özgü tarz bir tarz oluşturan Volkan Konak, güncel diğer popüler müziklerle rekabet edebilecek düzeyde Karadeniz Müziği’ne yep yeni bir ivme kazandırmıştır. Bestelediği müziklerin içerisine yöresel motifleri de katarak kendine özgü bir tarz yaratıp Karadeniz Müziği’ne ayrı bir renk getirerek folklorumuzun kent merkezlerinde genç nesiller arasında ilgi görmesini sağlamıştır.

Demem o ki, Karadeniz Müziği sürekli değişimlere maruz kalmış, armonik bir yana biçim olrak farklı bir noktaya da taşınmış olsa da her dönem bağlama ile de çok güzel eserler yapıldığını biliyoruz.

Bağlama da Karadeniz müziğinde hep vardır. 70’lerde merhum Erkan Ocaklı nasıl yeni bir soluk olmuşsa son yıllarda da günümüzün Pir Sultan Abdal’ı Çayeli Senozlu Sinan Akçal bağlaması ile Karadeniz müziğinde çok sayıda kalıcı türküye hayat vermekte, konserlerinde müzikseverlerle buluşmaktadır. Sinan Akçal ozanın Kalem, Armudun Sapı ve daha yüzlerce bestesini, yorumunu hatta bu hafta yaptığı “Marbudam –Naçar” eserini YouTube’da dinlerseniz yerel müziğimizde bağlamanın lezzetini de tatmış olursunuz.

Eminim bilgi fakiri İsmail Türüt’te dinlese mest olur, baltayı taşa vurduğunu anlar, üstattan feyz almak ister.

Müzik uzmanlık alanım değil, haddimi bilerek sadece şahit olduğum ve gözlemlediklerimden hareketle aydın sorumluluğu ile konuya yaklaşıyor, kültürümüzün korunması yarınlara taşınması için emek veriyorum. Umarım bu yazımdan sonra Mahiye Morgül veya müzik – folklor tarihimize dair araştırmaları, gözlemleri de olan hemşerilerim konuya dahil olarak katkıda bulunurlar ve konu daha da sağlıklı temellere oturtturulur.

Recep Ali Aksoylu / 7 Eylül 2019 / Çavuşbaşı