KUR’AN DEĞİŞMEDİ, DEĞİŞMEYECEK AMA TEFSİR VE MEALLERLE BİZE NE ANLATILIYOR!

6 asırlık Osmanlı tarihinde Kur’an meali/tefsiri yazılmadığını, İlk eserlerin 1924’te yayınlanan üç ayrı Kur’an çevirisi olduğunu anımsatarak yazar Abdurrahman Dilipak’ın deyimiyle “Eskiden yoklukları dertti, şimdi de varlıkları dert!” dediği üzere ülkemizde o tarihlerden bugüne kadar Türkçe olarak 120’den fazla meal, 30’dan fazla da tefsir yazıldığını belirterek başlayayım.

Sonra da Prof Dr. Şaban Şimşek’in cümleleri ile devam edeyim…
Evet, “Kur’an vahyedildiğinden bu yana değişmedi, bundan sonra da değişmeyecek, değiştirilemeyecek. Çünkü O’nun koruyucusu Allah’tır(cc)” diyoruz.

Buna inanıyoruz ama anlaşılan odur ki aslında değişmeyen sadece onun Arapça lâfzıdır!

Ya insanların, bizlerin ondan ne anladığı, son yıllarda kaleme alınan meal ve tefsirlerin bize ne anlattığı üzerinde durulacak çok önemli bir husustur.
Dr. Şimşek iki yıl önce yayımlanan KUR’AN’I KUR’AN’LA ANLAMAK isimli kitabının giriş bölümünde bu konuyu farklı ayetleri örnekleyerek okuyucusuna net olarak sunuyor. Kitabın ulaşabildiği çevrelerin ancak 4-5 bin kişi ile sınırlı kaldığını düşünerek bu hassas ve eleştirel konuda daha geniş kitleleri bilgilendirebilmek, bilinçlendirebilmek için yorum katmadan kitabın ilgili sahifelerini paylaşmak istedim.

Zira 3 yıl kadar MEB Müsteşar vekilliği yapmış, 10 yıldan fazla süre ulusal gazetede / gazetelerde köşe yazmış, farklı alanlarda 14 kitabı yayınlanmış, şimdide 3 yıldır üzerinde çalıştığı takribi 900 sayfalık KUR’AN TERKİBİ kitabını yayına hazırlayan Sayın Şimşek’e yöneltilen “tıp hekiminin bu konularda ne işi var” minvalinden eleştirilere yanıt vermeden ziyade kişisel olarak en azından konunun bu tarafına vakıf olarak kendimi de sorumlu hissettiğim için paylaşmak istedim.

Devamı Sayın Şimşek’in kaleme aldığı KUR’AN’I KUR’AN’LA ANLAMAK isimli kitabının giriş bölümünden;

Bakara 177 için Feyz-ül Kur’an “Ey ibadet edenler!” diyor, yani hitap onlara!
Tevhit Mesajı ise aynı âyete “Ey Yahudi âlimleri” diye başlıyor!
Aslında öncesindeki âyetlere bakıldığında Yahudi âlimlerinden bahsedildiği ve bu âyette de onların kastedildiği çok açık ama her nasılsa atlanıyor bu! Tabii böyle olunca da mezkûr hitabın arkasından gelen “İyi ve erdemli olmak (yalnızca) yüzlerinizi Doğu ve Batı tarafına çevirmeniz değildir…” cümlesini gereğince anlamak, özündeki hikmeti, Allah’ın(cc) bu sözündeki muradı yakalamak imkânsızlaşıyor!

Sonuç; meal yazılmış, insanlar Kur’an’a ve müellifine güvenerek satın almış, okumaya da başlamış ama âyetin mânâsı muallâkta kalmış, amaç hâsıl olmamış!

Aynı âyet “Diyanet” dâhil diğer pek çok mealde ise herhangi bir ön hitap taşımıyor! Bu meallerde, (Bakara 177’nin) öncesindeki âyetlere bakıldığında en yakın olarak 172’inci Âyette “Ey iman edenler” diye bir ön hitap var ama 174’üncü âyette bu özne değişiyor ve “Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyler gizleyip de onu (elde edeceği dünyalık) birkaç paraya satanlar var ya! İşte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmayacaklardır. Allah kıyamet gününde onlarla bir şey konuşmaz, onları temize çıkarmaz. Onlara acıklı bir azap vardır.” deniliyor!

Şimdi, bu noktada düşünmemiz gerekiyor; iman edenler Allah’ın(cc) kitabından bir şey gizlemeyeceğine, onu dünyevi bir değer uğruna satmayacağına göre hitap nasıl onlara yapılmış olabilir? Allah’ın(cc) “iman edenler” demesiyle kıyamet günü onlarla konuşmayacağını ve acıklı bir azap vereceği söylemesi nasıl örtüşür?

Yine aynı cinsten bir örnek olarak; hemen her meal Saff 2’ye “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?” diye başlarken Tevhit Mesajı “Ey iman ettiğini söyleyen münafıklar!” demektedir!
Biri “iman edenler” diyor, diğeri “münafıklar!”

Peki, benim gibi bir fakir bunlardan hangisine inanacak?

Şimdi, ey ilâhiyatçılar! Lütfen bütün bunları bana, “Müellifler, iman edenlerin sonradan münafıklık yaptığı gerekçesiyle meali böyle yazdı. Arapça karşılığı tam da budur! Aslında söylenen şey aynıdır!” ve benzeri şeylerle açıklamaya (tevil etmeye!) kalkmayın! Böyle yapıp da bunları yanlış anlayacak insanların günahına girmeyin; Allah’tan(cc) korkun!

Eğer hakikaten iyi bir iş yapmak ve bununla da Allah(cc) rızasını kazanmak istiyorsanız bir araya gelip uzmanlıklarınızı birleştirin, araştırın, okuyanın doğru ve kolaylıkla anlayacağı sözlerin en güzellerini bulun, yazın ve milletin istifadesine sunun!

Zaten siz bunu yapmadığınız içindir ki ben iki yıldır kafa patlatıyor, ne dediğini bilmeden iman ettiğim kitabımızdan bir şeyler anlamak için canımı çıkarıyorum! Allah(cc) aşkına söyleyin, benim gibi sıradan bir Müslümanın işi mi olmalı...

Çalışmamın başından beri karşılaştığım en çarpıcı meal ayrışmalarından biri de açık ara Sâd 34 oldu.

Bunu Allah(cc) için söylemeden geçemeyeceğim; meallerde Sâd 34 için verilen karşılıklar sanki bir ilahi kelâm değil de TV’lerde “18 yaş +” uyarısıyla verilen korku filminin esrarengiz, kötücül sahnesi idi! Bu bölüm önyargısız olarak sonuna kadar okunursa sanıyorum ki sözlerim daha iyi anlaşılacaktır.
Sâd 34 âyetinin mealleri dört grupta toplanabilir:

- Birinci grup: Diyanet İşleri Başkanlığı, Elmalılı Hamdi Yazır, Mustafa İslâmoğlu, Süleyman Ateş, Abdulbaki Gölpınarlı, Ali Bulaç vs.
Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yeni meali şöyle diyor; “And olsun, biz Süleyman’ı bir sınavdan geçirmiş, tahtının üstüne bir ceset koymuştuk; sonra o bize yöneldi.”

Burada “Allah(cc) tarafından, Hz. Süleyman’ın tahtının üstüne bir ceset konduğu veya bırakıldığı” şeklinde bir ifade kullanılıyor ama niçin, hangi amaçla, cesedin kim olduğu ya da kimi temsil ettiği vesaire hiç belli değil! Arkasından bir “Allah’a(cc) yönelme”den de söz ediliyor ama “kim yöneliyor; ceset mi yoksa Hz. Süleyman mı ve de hangi amaçla?” ona dair de bir ifade yok!

- İkinci grup: Hasan Tahsin Feyizli, Cemal Külünkoğlu vs. “And olsun ki, biz, Süleyman’ı imtihan ettik de (şiddetli hastalığı sırasında onu) tahtının üstüne bir ceset (gibi) bıraktık. Bir müddet sonra o yine (bize bağlılığı sayesinde eski sağlığına) döndü.”

Bu grup Hz. Süleyman’ın hastalığından bahisle “iyice düşkün olduğu bir zamanda Allah tarafından tahtının üstünde ‘bir ceset gibi’ bırakıldığını” söylüyor ve eski sağlığına kavuşmasını da Allah’a(cc) olan bağlılığına yoruyor! Ama bu imtihanın arkasından niye sağlıktan söz edilmiş, meçhul!

- Üçüncü grup: Aslında bu grup değil “nev-i şahsına münhasır” denen cinsten bir mealci; yani tek! Adını vermeyeceğim (merak eden internete girip görebilir!) bu zât kusura bakmasın ama tam anlamıyla saçmalamış!:

“Biz Süleyman’ı da denedik. Onun makamına boş bir ceset (kafası çalışmayan birisini) attık. Sonra dönüş yaptı (makamına kavuştu.)”

Ne demek şimdi bu? Anlayan beri gelsin!.. Yani cesedin kafası çalışmayan biri olduğunu nasıl anlamış, bunun işaretini, dayanağını nerden bulmuş? Eğer öyleyse(!) kafası çalışmayan biri olmasının hikmeti neymiş..?

- Dördüncü grup: Hz. Süleyman’ın hükümranlığını cümlenin öznesi olarak almış!.. Böyle iki meal var:

Birincisi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın eski meali; “önce hükümranlığının zayıf düşürüldüğünü sonra yine eski güçlü hükümranlığına döndüğünü” söylüyor.
“And olsun ki Süleyman’ı denedik, hükümranlığını zayıf düşürdük; sonra eski hâline döndü.”

Neden böyle bir deneme yapıldığının bilinmezliği bir yana eski hâline nasıl döndüğü, niçin, hangi maksatla döndürüldüğü de meçhul!

Bu grubun ikincisi ise Tevhit Mesajı’ndan!

Ama onu vermeden önce kısa bir kritik yapalım:
Burada şu soruyu sormak gerekiyor; olayı (kıssayı), âyetteki asıl anlam ve amaç bir yana, yukarıda sözünü etiğimiz pek çok mealde olduğu gibi “tahtın üzerine bir ceset koymak veya bırakmak” şeklinde kabul edersek arkasından gelen cümlelerle anlam ilintisini kurmak ve bir mânâ elde etmek nasıl mümkün olacak? Meselâ; Allah’ın(cc) korkutmak için (veya esaslı bir ders vermek üzere!) kendi peygamberinin tahtına bir ceset koyma efektini nasıl yorumlayacağız? Bunu Kur’an’ın genel hükümlerine ve Allah’ın(cc) 99 sıfat-ismine nasıl yakıştıracağız?

“Eski durumuna döndü, makamına kavuştu, eski sağlığına kavuştu, Rabbine döndü” gibi birbirinden çok farklı mânâlar çıkarılmaya müsait cümleleri nasıl anlayacak ve kıssanın neresine oturtacağız?

Bu bağlamda, yani öncesiyle sonrasıyla Sâd 34 için yapılan bir meali, hem de ülkemizde çok tutulan Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın kitabından verelim ve yorumu sizlere bırakalım:

Sâd 30-35:
Davut’a Süleyman’ı bahşettik. O ne güzel bir kul, gerçekten Allah’a yönelirdi!.. Kendisine akşamüstü en güzel bir duruşla ayakta duran iyi cins koşu atları sunulmuştu da demişti ki “Ben at sevgisini Rabbimi anmak için istedim.”
Nihayet atlar ahırlara çekilip gizlendi. Dedi ki “Onları bana getirin.” Tuttu bacaklarını, boyunlarını silmeye başladı. And olsun ki biz Süleyman’ı imtihandan geçirdik ve tahtının üstüne bir ceset bıraktık; sonra tövbe etti ve Allah’a döndü… Dedi ki “Ey Rabbim! Beni bağışla ve bana öyle bir mülk ihsan et ki arkamdan kimseye lâyık olmasın. Şüphesizdir ki bütün dilekleri veren sensin.”

Bunu bu şekilde okuyunca, ne olduğuna, niçin söylendiğine dair bir ipucu dahi verilmeden sahnesiyle, karakteriyle, öznesiyle, nesnesiyle birbirinden tamamen ayrışık, kaç defa okunursa okunsun bir mânâ çıkarılamayan, sonuç itibarıyla okuyanın aklına, gönlüne bir şey katmayan, dahası imanı zayıf olana da hâşâ “Yaa! Kur’an bu mu!?” dedirten cümleleri görünce ne yalan söyleyeyim içim burkuldu, masamın üstüne öylece çöktüm kaldım!..
Bu grubun ikincisi, diğer meal ve tefsirlerden alıp ilave ettiğim küçük katkılarla şöyle:

Sâd 34, 35: “İşte biz (böylesine güçlü bir hükümdarlık sahibi olan!) Süleyman’ı (bazı hatalarından dolayı!) bir süre maddi güç ve otoritesinden (üzüntü ve endişeyle tahtında adeta bir ceset hâline gelecek kadar!) mahrum bırakarak imtihan ettik. (Ama) Süleyman sabırlı davrandı (isyan etmedi!), Allah’a kulluk etmekten ayrılmadı, (verdiklerimizden elinde kalan!) nimetlere şükretmeye devam etti ve şöyle bir duada bulundu: ‘Ey Allah’ım! Hatalarımı affet, bana benden sonra kimseye nasip olmayacak (nitelikte ve) güçte (öyle) bir hükümranlık bahşet (ki o gücü ben senin yolunda kullanayım!) Kuşkusuz sen sınırsız lütuf sahibisin!”

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yeni mealinde neden “hükümranlık”tan “cesed”e dönüldü hiç bilmiyorum ama bu sonuncusu âyeti nasıl da gereğince değerlendiriyor, anlaşılır kılıyor ve Hz. Süleyman’ın imtihanının şeklini, varılan amaçla birlikte yerli yerine oturtuyor değil mi?

Ve nasıl da Hz. Süleyman’ın Allah’tan(cc) kimseye ihsan olmayacak kadar büyük bir mülk (zenginlik, güç, devlet) istemesini anlamlı kılıyor?..
Doğrusu, bunu okuyunca ve bu şekilde toparlamasını da yapınca içim nasıl ferahladı anlatamam!

Rahatlamamın iki sebebi vardı. Birincisi; “Eğer bu ünlü müellifler ‘Kur’an-ı Kerim Meali’ diye bunları yazıyorsa (yazabiliyorsa!), benim anladıklarımı ‘asla meal olarak değerlendirmeyiniz’ uyarısında bulunarak yazmamda çok da bir sıkıntı olmasa gerek!” diye düşündüm!..

İkincisi; âyette olayın (kıssa) bu şekilde açıklığa kavuşturulmasıyla, mesele hem madden aklıma yerleşmiş hem de mânen gönlüme sinmiş oldu!
…………………….
Kitabın giriş kısmı yukarıda ki örneğe benzer (yanlış anlaşılan, anlaşılmaya müsait ya da ne demek istediği tam olarak anlaşılamayan) farklı örnekler de işlenerek (Örneğin Nisa 1, Muhammed 19 gibi) oldukça uzun tutulmuş. Meramın anlaşılacağını anlaşıldığını düşünerek buraya almayacağım. Sadece kitabı temin edemeyenler, arzu edenler kitabın tamamını Facebook ta ki gruba yüklediğimizden oradan da okuyabilirler demekle yetineceğim.
Hocanın dediği gibi “Doğrusunu Allah Bilir!”

Recep Ali Aksoylu

https://www.facebook.com/groups/2843530382639878