CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi'nin açılış konuşmasının ardından; Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul’da düzenlenen Kültür-Sanat Çalıştayı’na katıldı. Çalıştayın açılışında konuşan CHP lideri Kılıçdaroğlu, sonrasında, sanatçıların katılımıyla gerçekleştirilen paneli de takip etti.

Efendim izin verirseniz sevgili dostlarım diyerek sözlerime başlayım. Sanat insanlarının önünde sanatı konuşmak, kültürü konuşmanın çok zor olduğunu benim açımdan zor olduğunu kabul edersiniz. Çünkü siz bu işin öznesisiniz, biz biraz dışındayız. Biz sizi izliyoruz, eleştirilerinizi dikkate alıyoruz, siz dünyayı bizden daha iyi sorguluyorsunuz ve daha güçlüsünüz. Belki soru şu, acaba sanatçılar ne kadar güçlerinin farkında? O gücün pek çok şeyi devirebildiğini aslında hepimiz biliyoruz. Zaman zaman anlatırım, lise çağlarında Alexandre Dumas’ın Üç Silahşörlerini okumuştum. Ön sözünde küçük bir öykü vardı. Alexandre Dumas Üç Silahşörleri yazıyor ve her gün bir gazetede tefrika ediliyor. Sabah erkenden Parisliler gidip büfenin önünde bekliyorlar, gazeteyi alıyorlar romanın sonunu bekliyorlar. Yaz geliyor Alexandre Dumas diyor ki gazetenin patronuna, ben tatile gideceğim diyor dönüşte romanı bitiririm. Olur mu diyor bütün Parisliler seni bekliyor sen romanı bitirmeden bir yere ayrılamazsın. Valla ben gideceğim diyor. O zaman mahkemeye veririm diyor, evet yargıcın karşısına çıkıyor, yargıç dinliyor iki tarafı da evet diyor bütün Parisliler bu romanın sonunu bekliyorlar tatile gitsen bile bu romanı bir şekliyle bitirmek zorundasın. Ve mahkum ediyor. Alexandre Dumas geriye dönüyor bana bir kağıt kalem getirir misiniz diyor, kağıt kalem geliyor, romanın baş aktörünün ismini yazıyor, elinde kılıcı, ayakları titredi yere düştü ve öldü. Altına son yazıyor götürün diyor roman bitmiştir. Bunun üzerine gazetenin patronu olmaz diyor böyle şey. Diyor ki, ben size söyledim, ben tatile gideceğim dönüşte yazacağım ve sanatçı kazanıyor. Yargıcın kararına rağmen sanatçı kazanıyor.

Şunun için anlatıyorum. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, her şeyi siyaset belirliyor. Elbette siyaset önemli bir kurum, elbette ki siyaset pek çok şeyi belirleyecek ama siyaset belli temaları veya belli konuları belirlerken işlerken acaba görüş alacak mı? Sanatla ilgili bir kararı alırken sanat dünyasının görüşünü alacak mı, kültür dünyasının görüşünü alacak mı? O dünyanın önemli isimleri var, duayen isimleri var acaba onların görüşlerini alacak mı? Bu konuda genelde Türkiye’de her şeyi en iyi siyaset kurumu bilir, kimseye de sormamayı bir gelenek haline getirir. Ve buradan büyük sorunları yaşarız. Bunların başında sanatçı tanımı gelir. Sanatçı kim? Bunu siyasetçi belirliyor. Sanatçının kim olduğunu belirlemesi gereken aslında sanatçıların kendisi. Siyaset kurumu oturur, sanatçılarla ilgili bir diyelim ki geçmiş dönemde ödenmeyen sigorta primleri vardır bir ayrıcalık sağlar sanat dünyasına ve dolayısıyla primler yatarsa emeklilik hakkından biraz yararlanmış olacak. Sanatçı olsun olmasın her önüne gelen koşar ben sanatçıyım der. Dolayısıyla gerçek sanatçıyı bürokrasi bulamaz, ayıramaz. Tamam bazıları ünlüdür ve bunları biliriz sanatçı olduğunu ama bazıları ünlü değildir ve gerçekten de sanat dünyasının önemli bir aktörü olabilir. Benim görüşüm, sizlerde kabul ederseniz sanatçının kim olup olmadığına sanatçıların karar vermesi lazım. Bir üst çatı örgütü olması lazım. O üst çatı örgütü nasıl kimin gazeteci olup olmadığına gazeteciler karar vermesi gerekirken başkaları karar veriyorsa ve yanlış karar veriyorsa kimin sanatçı olup olmadığına da sanat dünyasının karar vermesi lazım. Bir etik çerçevenin olması lazım ve o çerçeve içinde herkese evet bu kişi sanatçıdır, sanat dünyasının önemli bir aktörüdür diye karar verebilir.

Tabi kültürde var. Özne sanat ama kültür dediğimiz düşündüm kültür nedir diye. O kadar geniş bir kavram ki, aslında kültür bir canlının doğumundan hayatını kaybetmesine kadar olan bir süreç ve o süreç içinde gelecek kuşaklara bıraktığı miras diye düşünüyorum ben. Bakarsınız aynı tür balıklar beraber gezerler. İnsanlar beraber gezerler, bir yerde kümelenirler. Kadınlar ve erkekler ayrışabilir belli dönemlerde bir arada oturur sohbet ederler. Dolayısıyla kültür dediğimiz olayın çok zengin bir içeriği var. Hepimiz bir kültürün içine doğarız. Farkında olmadığımız bir dünya vardır ve o dünyayı önce annelerimiz, yakınlarımız, çevrelerimiz, dili öğreniriz, dinimizi öğreniriz, yaşamayı öğreniriz, koşmayı, oynamayı öğreniriz, sokağa çıkarız arkadaşlarla farklı bir kültürle karşılaşırız, komşularımızla farklı bir kültürle karşılaşırız, üniversiteye gideriz kültür dünyamız biraz daha büyür, dünyayı görmeye başlarız. Şimdi teknoloji bize çok daha büyük olanaklar sağlıyor onları görmeye başlarız. Ama kültür dediğimiz kavramında zaman zaman yozlaştığını da görüyoruz. Yoz kültür dediğimiz bir kültürde var. Kültür aslında hayatın her alanına nüfuz eden bir kavram. Siyasetinde bir kültürünün olması lazım. Ama kültürü ahlakla ve adaletle buluşturduğunuz zaman yani kültürün temelini ahlak ve adalet üzerine inşa ettiğiniz zaman o zaman sağlıklı bir dünyayı, güzel bir dünyayı, yaşanabilir bir dünyayı, hatta çevreyi yaratmış oluyorsunuz. Kültür o kadar zengin bir kavram ki, içinde bulunduğumuz doğada bizim kültürümüzü etkiler. Kırsal kültür diyoruz, kırsalda yaşayanlar kent kültürü diyoruz. Kent kültürü de kendi içinde ayrışabiliyor. Varoşlarda yaşayanlar, gelir düzeyi yüksek olan yerlerde, kentlerde yaşayanlar. Hayatında hiç tiyatroya gitmemiş olanlar ve tiyatroya gidenler. Siyasette bir eleştiri olduğu zamanda bunlar tiyatrocu diye sanatı küçümseyenler. Çünkü sanattan haberi yok, kültürden haberi yok. Hayatı boyunca bir kez tiyatroya gitse bir siyasetçi böyle bir dili kullanmaz. Çünkü tiyatro yapmanın ne kadar zor olduğunu ve kitleleri etkilediğini, oyuncuların kitleleri etkilediğini bilir. Ama gitmiyorsa hayatında onu farklı yorumlar, farklı bir çerçeve çizer.

Adalet kavramı kültürle buluştuğu zaman, etik değerlerle buluştuğu zaman, ahlakla buluştuğu zaman aynı zamanda evrenselleşebilir. Kültürün evrenselleştiğini de görüyoruz. Özellikle teknoloji buna olağanüstü katkı sağlıyor. Moda bir kültürdür. Ama bakıyorsunuz dünyanın herhangi bir yerindeki erkekler, kadınlar tek tip giyebiliyorlar, aynı modayı izleyebiliyorlar. Eğer şarkılar, türküler rahat ifade edilebiliyorsa dünyanın herhangi bir yerinde şarkılar, türküler söylenebiliyor. Bazen anlamadığımız bir türkünün duygusunu kendi yüreğimizde hissedebiliyoruz.

Dolayısıyla önümüzde zor bir süreç var. Kültürü ve sanatı yeteri kadar içselleştirmemiş bir siyasal ortamın getirdiği zor bir süreç var. Kültürü ve sanatı büyüttüğünüz zaman dünyada saygınlık kazanıyorsunuz. Elinizde istediğiniz kadar silahlar olsun ama silahları istediğiniz zaman kullanamazsınız. Alırsınız silahları depoda tutarsınız. Savaş olması lazım. Ama kültür ve sanat öyle değil. Yumuşak güç dediğimiz sizin adınızı, ülkenizin adını dünyanın her tarafına götürebilir. Bir romancımızın, bir tiyatrocumuzun, bir öykücümüzün, bir şairimizin, bir yönetmenimizin, bir film artistinin dünyanın her tarafında alkışlandığını görürüz. Kültür ve sanat bu kadar zengin. Sorun siyaset kurumu bu zenginliğin farkında değil. Biz bu zenginliğin farkında ülkeler olsun istiyoruz. Türkiye’de olsun istiyoruz. Eğer bunu yaratabilirsek Türkiye’ye büyük katkımız olacak. Bunu biz tek başımıza yaratamayız zaten. Bunu siz yapacaksınız, siz kaleme alacaksınız, biz dillendireceğiz. Siyasete de ahlakı ve etik değerleri getirmek zorundayız. Hayatın her alanında olacak ama en başta siyasette olacak bunlar. Eğer siyaset kurumu giderek yozlaşırsa o yozlaşma toplumda çürümeye yol açar. Her alanda çürümeye yol açar. Şuanda onu yaşıyoruz ve Türkiye’yi buradan çekip çıkarmak istiyoruz. Birlikte geliyor gelmekte olan diyoruz. Evet geleceğiz, birlikte geleceğiz. Sizler söyleyeceksiniz bizler yapacağız. Anayasamızda hüküm var onu bulursam okuyum sizlere. 64.madde; devlet sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Ne kadar güzel bir hüküm değil mi? Sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat için para topluyorsunuz, anayasanın bu hükmünü hayata geçirmek için para topluyorsunuz, pandemi döneminde sanatçıları açlığa mahkum ediyorsunuz ama topladığınız paranın, kültür fonunun nerelere harcandığını ve o fonda ne kadar para biriktiğini kimse bilmiyor. Hadi diyelim ki biz muhalefet partisi bize bildirmiyorlar, sanatçılara bildirsinler, sanat dünyasına bildirsinler. Şu kadar para birikti sizler için birikti. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır devlet. Ne kadar güzel. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması. Anayasada böyle diyor ama bu hükmün büyük ölçüde askıda olduğunu bende biliyorum, sizde biliyorsunuz.

Dolayısıyla bizlere düşen görev var. Bize düşen görev size danışmaktır. Bir belge hazırlıyorsak ve bu belgeye ihtiyaç duyuyorsak ve biz gerçekten gelmeyi düşünüyorsak sizin bu konuda görüşlerinizi almak zorundayız. Yanlış bir adım atmayalım iktidara geldiğimizde, hatalı bir adım atmayalım, sanat dünyasıyla aramızda bir kavga ortamı yaratmayalım. Sanat dünyası ya bunlar geldiler, güzel şeyler yapacaklardı hiç de güzel şeyler yapmadılar demesinler diye. O açıdan sizin bu toplantıda yapacağınız katkı bizim için çok değerlidir. Biz bu katkılardan yararlanarak iktidara geldiğimizde ki inşallah geleceğiz. O zaman sağlıklı bir sanat ve kültür politikası oluşturmak zorundayız. Sanatın ve kültürün olmadığı bir ülke çöldür. Tek bir ağacın bile olmadığı, tek bir yeşilliğin bile olmadığı bir çöldür. Çölünde kendine özgü bir kültürü vardır onu da biliyorum. Ama biz isteriz ki, hayatın bütün türlerini, doğanın bütün türlerini kendi ülkemizde bulalım. Saz çalanımızda, resim yapanımızda, tiyatroda görevini, rolünü üstlenenin, yapanın da, piyano çalanın da, sinemanın herhangi bir bölümünde aktör olarak çalışanın da herkesin sözü olsun isteriz ve herkes nasıl bir sanat dünyasını beklediğini bize yansıtmasını isteriz. Bu toplantının temel felsefesi budur efendim. O nedenle geliyor gelmekte olan diyoruz. Geleceğiz, beraber geleceğiz, birlikte geleceğiz. Türkiye’yi sanat ve kültür açısından çölleşen bir Türkiye’yi çölün içindeki güzel bir vaha haline getirmek istiyoruz. Herkesin yeşillikler altına uzanıp suyunu içtiği, gökyüzüne baktığı zaman sonsuzluğu keşfettiği, merak duygusunu büyüttüğümüz bir kültür, bir sanat dünyası inşa etmek istiyoruz. Elbette biz bunun siyaseten felsefesini yapacağız ama işin öznesi olan sizlersiniz. Sizler yol gösterdiğinizde bizde onun gereğini yapacağız.

Dedim, sanatçılara karşı konuşmanın çok kolay olmadığını ifade ettim, zor olduğunu da söyledim. İnşallah bir kusur etmemişizdir, hatalı bir şey söylememişizdir. Çünkü sanatçının eleştirmesi çok ağırdır bir siyasetçiyi. Aşık Mahsuni’yle bir ara sohbet ederken birisine kızmış, onu bulduğunda demiş ki, senin için bir türkü söyleyecektim, sadece sen değil, senin torunlarında bunu dinleyecekti demiş. Ama yine içimden bu kadar yapma diye bir ses geldi ve ben senin için bir türkü söylemedim, yakmadım diye. O açıdan hani Potemkin Zırhlısının yasaklanması, müziğinin yasaklanması, ressamların resimlerinin yasaklanması, baskıcı yönetimlerin olması, baskıya karşı direnen sanatçıların olması. Bunlar toplumun nefes almasına imkan veriyor. O nefesi siz aldırıyorsunuz, sizin bir resminize baktığımızda, sizin yaptığınız bir filmde sinemada izlediğimizde biz farklı bir dünya görüyoruz. En azından iki saat karanlık bir ortamda bizi farklı dünyalara taşıyorsunuz ve biz aynı zamanda düşünüyoruz o süreç içinde. Bir saz çaldığında, bir gitar çaldığında ruhumuz başka yerlere gidiyor. Dolayısıyla sanat derinliği hayatımızın her aşamasında var.

Biraz uzun mu konuştum? İzin verirseniz ben burada bitireyim. Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. Hepiniz başımızın üstündesiniz. Sizlere değer vermeyen bir toplumun zaten ayakta kalma şansı yok. Sevgiler, saygılar sunuyorum, sağ olun efendim.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul’da düzenlenen Kültür-Sanat Çalıştayı’nın ardından basın mensuplarının sorularını yanıtladı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "İktidar kimsenin tekelinde değildir. Orada oturuyorsa halkın sayesinde oturuyor, milletin sayesinde oturuyor." dedi.

Soru- Efendim siz de konuşmanızda iktidara geldiğinizde mesajını vererek bazı ifadeler kullandınız. Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın il toplantısında bu konuyla ilgili bir açıklaması vardı, eleştirileri oldu. “Ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçmelerinin kendileri için daha iyi olacağını da hatırlatmak istiyoruz”. Bu açıklamaya bir değerlendirmeniz, bir yorumunuz olur mu?

Kemal KILIÇDAROĞLU- İktidar kimsenin tekelinde değildir. Orada oturuyorsa halkın sayesinde oturuyor, milletin sayesinde oturuyor. Elbette ki, her siyasi partinin kuruluş nedeni iktidara talip olmaktır. Eğer demokrasi kültürü bu kadar geriye gitmişse bir kişinin zaten o kişinin Türkiye’yi yönetemeyeceği de açıktır. Nitekim de yönetilmiyor, Türkiye savruluyor maalesef.

Soru- Efendim 3600 ek göstergeyi zaman zaman dile getiriyorsunuz. Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni bir takvim oluşturdu, 2022’nin sonuna yetiştireceğiz dedi ve bunu da söylerken işçinin de, memurun da halinden memnun olduğunu dile getiren bir açıklaması oldu. Hem 3600 ek gösterge, hem de bu ekonomik değerlendirmesiyle ilgili neler söylersiniz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Saraydakilerin; bir yerden, üç yerden, beş yerden aylık alanların hepsinin durumu iyi, onlar memnunlar. Çünkü Erdoğan sadece onları görüyor. Erdoğan pazarda alışveriş yapan memuru da görmüyor, işçiyi de görmüyor, emekliyi de görmüyor, ev kadınını da görmüyor. Onun gördüğü sadece saray. Dolayısıyla sarayı gördüğü için bakıyor saraydakilerin hiçbirisinin sorunu yok, o zaman diyor Türkiye’de herhalde hiç kimsenin sorunu yoktur. Ama Türkiye farklı bir Türkiye. Saray ayrı Türkiye ayrı. Bu ayrımı Erdoğan’ın çok net görmesi lazım.

3600 ek göstergeyle ilgili söylediniz. 3600 ek göstergeyi ilk dillendiren benim. Erdoğan hazırladığı seçim bildirgesinde onlar da 3600 ek gösterge vereceklerini ifade ettiler. Yıl ne zaman? 2018. Hangi yıldayız? 2021. Hala getirmiyor. Kaç yıl oldu getirmiyor, neden getirmiyor? Ben söyledim, getireceğini söylüyor. Ben söke söke 3600 ek göstergeyi getirteceğim. Erdoğan getirmeye mecbur olacak, getirmezse biz getireceğiz, bu kadar açık, bu kadar net.

Soru- Dün Tweet de attınız ama bir de buradan size sormak isterim. Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle enerjiyle ilgili açıklamasında dünyada ve Avrupa’da bir genel sorun olduğuna işaret eden bir açıklaması oldu. Siz bu açıklamayı nasıl yorumluyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Erdoğan Türkiye’yi yönetemiyor. Buradan bütün vatandaşlarıma açık ve net olarak ifade etmek isterim, Erdoğan Türkiye’yi yönetemiyor. Şimdi kara kışa gireceğiz, kara kış; kara kış ekonomisini yaşayacak bu ülkenin insanları, elektrik parasını, doğalgaz parasını, su parasını ödeyemeyecek duruma gelecek. Şimdi Erdoğan çıkmış milletin karşısına, il başkanlarını almış tozpembe tabloyu bir tarafa bırakarak çünkü gerçeği görmeye başladı. Efendim dünyada her şey çok kötüye gidiyor dolayısıyla bizde de kötüye gidecek. Şimdi bunun altyapısını oluşturmaya çalışıyor. Hiçbir ülke, gitsinler Almanya’ya baksınlar, AB’ye baksınlar, Kanada’ya baksınlar, Japonya’ya baksınlar, Güney Kore’ye, Papua Yeni Gine’ye, Yeni Zelanda’ya baksınlar, bizim halkımızın çektiği zulüm kadar hiç kimse bu zulmü çekmemiştir. Dolayısıyla Erdoğan bir altlık oluşturuyor şimdiden. Efendim dünya kötüye gidiyor, bak biz de kötüye gidebiliriz, vatandaş buna hazırlıklı olsun diye. Saray kötüye gitmiyor, vatandaş kötüye gidiyor, ekonomi kötüye gidiyor. Dolayısıyla az önce ifade ettiğim gibi pek çok sorun var ama bu sorunları biz hatırlatmaya devam edeceğiz.

Şunun da altını özenle çizmek isterim. Değerli gazeteci arkadaşlarım eğer bunu da iletirlerse halkımıza. Şu gerçek, kötü yönetiliyoruz evet, ama hiç kimsenin umutsuz olmasını istemiyorum. Hiç kimse umutsuz olmasın. Herkes şunu kafasının bir yerinde tutsun, gerçekten de tutsun, Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yok. Bütün sorunları kararlılıkla, inançla, halktan yana ve halktan güç alarak çözeceğiz, bunu herkesin bilmesini isterim.
Teşekkür ederim.